“Yûnus Emre” Külliyâtı

İki ciltten ve birbirini tamamlayan 5 kitaptan oluşan bu çalışma, bugüne kadar Yûnus Emre hakkında hazırlanan en kapsamlı ve en sahih çalışmadır. 2000 sayfalık bir yekûn teşkil eden Yûnus Emre kitabı; Mustafa Tatcı’nın 35 yıldır her bulduğu yeni bilgi ve belgelerle gelişerek ve genişleyerek bugüne kadar gelmiştir. Bu kitap Yûnus Emre’yi bütün vecheleriyle sunmasının yanında aynı zamanda Türk kültür, edebiyat ve tasavvuf tarihinin bir arkeolojisini çıkarmakta; Yûnus Emre’den sonra şekillenen ve yüzyıllarca berrak bir su gibi akarak günümüze ulaşan, dünyanın en büyük edebiyat geleneklerinden biri olan “Türk tasavvuf edebiyatı”nın köklerini de ortaya koymaktadır.

Detaylar “Açıklama” bölümünde ↴

Akşemseddîn Kitabı

Akşemseddîn Kitabı adlı bu çalışmamızda büyük Hak ârifi ve âşıkı, İstanbul’un manevî fâtihi Akşemseddîn Mehemmed bin Hamza’nın hayatıyla ilgili olarak kaleme alınan menâkıbnâmeler, kronikler, seyâhatnâmeler ve hâtırâlar bir araya getirilmiştir. Hiç şüphesiz İstanbul’un fethiyle Akşemseddîn Hazretleri arasında manevî bir münasebet vardır. Fâtih İstanbul’un bedeni ise Akşemseddîn de rûhudur.

Devamı “Açıklama” kısmında ↴

AKŞEMSEDDÎN VE İLÂHÎLERİ

“Akşemseddîn ve İlâhîleri” adlı bu eserde İstanbul’un manevî fâtihi olan büyük Hak ârifi Akşemseddîn’in tespit edebildiğimiz 37 ilâhîsiyle bu ilâhîlere yaptığımız şerhler bir araya getirilmiştir. Bilindiği üzere Akşemseddîn de Yûnus’un diliyle konuşmuş, üstâdı Hacı Bayram’ın içtiği pınardan içmiştir. Hiç şüphesiz Hacı Bayram-ı Velî sâkî, Akşems o sâkînin tiryakîsi idi. Tattığı aşk şarâbının zevkini bizlerle paylaştı. Bizlere mânâsı itibârıyla büyük bir hazine bırakıp gitti. Bazen aşkın söylettiği yerden açtı, bazen de irfânın söylettiği yerden örttü de söyledi. Yola öncü, yolcuya rehber oldu. Nefsine ârif olanların hâllerinden söz etti.

Devamı “Açıklama” kısmında ↴

Âriflerin Delili ve Müşkillerin Anahtarı

Selîm Dîvâne, XVIII. asırda yaşayan Kırımlı bir Türk mutasavvıfıdır. Gençlik yıllarında İstanbulda medrese öğrenimi görmüş sonra Bosnaya kadı olarak tayin edilmiştir. Bu vazifesi sırasında tasavvufa meylederek kadılığı bırakan mutasavvıf, Kesriyeye gelip burada Kâdiriyyeden bir mürşide bağlanarak tasavvuf eğitimini tamamlamıştır. Daha sonra mürşidi tarafından önce Üsküpe, sonra Selânike bağlı Köprülüye gönderilerek irşâd faaliyetlerini sürdürmüştür. Kaynaklardan öğrendiğimize göre Dîvâne hayatının sonuna kadar Köprülüde yaşamış ve burada vefat etmiştir (1757). Yazmış olduğu şiirlerinde Dîvâne mahlasını kullanan mutasavvıf, -şimdiki bilgilerimize göre- iki önemli eser bırakmıştır: Bunlar Burhânül-Ârifîn ve Necâtül-Gâfilîn ve Miftâhu Müşkilâtil-Ârifîn ve Âdâbu Tarîkil-Vâsilîn adlarıyla kaleme alınmışlardır. Her iki eser de mensûr ve manzûm karışık olup tasavvuf düşüncesini ve bilhassa vahdet-i vücûd anlayışını ana hatlarıyla ortaya koymaktadır. Müellifin bu iki eserde ısrarla vurguladığı en önemli konu tasavvufta yanlış anlaşılan hususlarla mutasavvıf geçinen bazı kişilerin yanlış anlaşılmalara sebep olan düşüncelerini tashîh etmektir.

Aşktan Söyler Bu Dilim (Yûnus Emre, Niyâzî-i Mısrî ve Türk-İslâm Tasavvufu Hakkında Konuşmalar)

‘Aşktan Söyler Bu Dilim’ Mustafa Tatcı’nın yirmi yıla yakın bir süredir bazı gazete, dergi ve televizyonlarda yaptığı konuşmalardan ve henüz yayımlanmayan geniş versiyonlarından derlenmiş bir söyleşiler güldestesidir. Tatcı, bu konuşmalarında Türk Tasavvuf Edebiyatının ince ayrıntılarının yanında Yûnus’un kimliğini, dîvânını, Türkçe’ye yüklediği manâyı, düşüncelerinin derinliğini didik didik etmekte, konuyla ilgili neler yapıldığını ve nelerin yapılması gerektiğini anlatmaktadır.
‘Aşktan Söyler Bu Dilim’in bir özelliği de araştırmacının Türk Edebiyatı Tarihi’ndeki yerini ve yaptıklarını belirleyecek bazı ayrıntıları içermesidir. Tatcı, büyük bir imparatorluk bakiyesi olan coğrafyada gezen önemli eserlerin yazarıdır. Kırım’dan Adalar’a, Rumeli’den Azerbaycan’a, Manisa’dan Amasya’ya, Lefkoşa’dan Saraybosna’ya, Ankara’dan Kastamonu’ya, Uşak’tan Elmalı’ya, Bolu’dan İstanbul’a ve özellikle Üsküdar’a uzanan bir gönül coğrafyasında Yûnus’un izinden giden mutasavvıflarla ilgili araştırmalar yapan yazar, aşk ile beslenen bu coğrafya içinde neş’et eden kültür ve irfân havzalarını, bu havzalarda ilk mayayı çalan mütefekkir ve mutasavvıfları incelemektedir. Onun işi, Türk ve İslâm dünyasını mayalayan büyük gönül adamlarının izini sürmek, onların ölümsüz düşüncelerini çağımızın penceresinden bakarak taze bilgilerle yeniden yorumlamak ve modern dünyanın ihtiyacı olan yeni düşüncelere ulaşmaktır. Bir ömrün semeresi olan bu söyleşiler, inanıyoruz ki yeni Yûnuslar’ın yetişmesinde bir basamak olacaktır.

Bir Erenin Söyledikleri

Kelam-ı Aziz, bir gönül ehli olan İbrahim Has’ın, şeyhi Hasan Ünsi Hz.’nin sohbetlerinden derlediği notların kitaplaşmış halidir. Bu eser, bir sûfinin mana yolunda nasıl davranması ve düşünmesi gerektiği hususunda ince noktalara temas etmekte, tasavvuf tarihinde sıkça rastlanan ledünni ve evrensel sırları çözümlerken dikkat edilmesi gereken hususlara işaret etmektedir.

Ayrıca bu eser, tasavvuf tarihinde önemli bir yeri olan Halvetiyye-Şabaniyye tarikına mensup gönül insanlarının, XVII-XVIII. asırdaki düşünce, üslûp ve davranışlarını yansıtması açısından da son derece önemlidir.

Bir Mektebe Uğradım Gizli İdris’nin Bir Şathiyesinin Şerhi

Bu eserde Bayramî Melâmîlerinden İdrîs-i Muhtefî’nin (ö. 1615) rumuzlarla tekerleyiverdiği meşhûr nutku açıklanmaktadır. Girişte gerek bu nutkun ve gerekse Türk-İslâm edebiyatı içinde manzûm ve mensûr örnekleri görülen diğer edebî şathiyelerin anlaşılabilmesi için ehlullaha ait remizlerin kaynakları üzerinde durulmuştur.

Böyle bir çalışmada; biricik vücûdun sıfatlar âlemindeki seyrini, yani gerçek insanda gizli olan vücûd bilgisinin, mânevî sûrete ve hayâle büründüğü beş hazretin içindeki katmanların misâl/melekût/rüyâ/hayâl gibi isimlerle dillendirilen ilâhî tasavvur ve tahayyül âlemlerinin iç yüzünü açıklama gereği vardı. Ehlullah rüyâlarını nazma çekmiş ve örtmüştü. Bizim de rüyâlarımızın tâbire ihtiyacı vardı. Bu eser misâl âleminden dünyaya indirilen mânâyı anlamak ve irfân peşinde koşturan samimi yolculara anahtarlar vermek için yazıldı. Bu bakımdan Bir Mektebe Uğradım kitabı için Rüyâ Şiirinin Anahtarı yahut Misâl (masal, mesel) Âlemine Giriş Bilgisi de diyebilirsiniz. Bu anahtarlar hiç şüphesiz hilkatimizle ilgili kilidi de çözecektir.

Gizli İdrîs bu nutkunda anadilimizi bir mânâ ve aşk dili haline getiren Türkmen Yûnus’un izinden giderek bize ötelerden haberler fısıldamaktadır, vesselâm.

Bir Ulu Pir Hacı Bayram-ı Veli

Mustafa Tatcı bu kitapta Hacı Bayram-ı Velî’nin hayatını ana kaynaklardan hareketle ortaya koyuyor; onun elimize ulaşan beş şiirini ve ebadı küçük olmakla beraber manâsı çok derin olan risâlesini okuyucuya sunuyor…

Hacı Bayram-ı Veli:

Ahmet Yesevî, İbrahim Zahid-i Geylânî, Yunus Emre ve Somuncu Baba gibi erenlerin izine basarak asırların içinden çıkagelmiş bir erendi o.

Peygamber Efendimizin mayasıyla mayalanan gönlü, onun sevgisinin ve sırrının mahzeni idi.

Bir gizli hazine idi o!

Dertlilerin dermanı, gönül hastalarının şifâ kaynağı, fütüvvet ehlinin önderi idi o.

Soru ve sorunlarla bocalayan insanlara asırlar ötesinden Bilmek istersen seni/Cân içre ara cânı/Geç cânından bul anı/Sen seni bil sen seni diyerek hakikatin adresini veren bir rehber idi o.

Bir ulu âşık ve ârif, Hz. Peygamber’in manevî vârisi bir pîr idi o. İstanbul’un fethini müjdeleyen bir kâmil idi o…

Bolulu Mustafa Safî Halvetî Menâkıbnâmesi

Mustafa Safî Halvetî 19.asırda Bolu’da yaşayan, döneminde susayan dillere aşk ve irfan pınarı olmuş Hak dostlarından biridir. Bu büyük gönül, 1784’te Diyarbakır’da dünyaya gelmiş ve İstanbul’daki tahsil hayatından sonra Çerkeşî Mustafa Efendi ve akabinde Geredeli Azîz Hazretleri’ne bey’atla sülük çıkarmıştır. Hilâfetle gönderildiği Bolu’da 29 Aralık 1846 senesinde bu âlemden göçen Mustafa Safî Efendi’nin türbesi Aktaş Câmii ve Tekkesi bitişiğindedir.
Elinizdeki eser Azîz Hazretleri’nin dervîşlerinden İbrahim Hilmî Bey tarafından kaleme alınmıştır. Tek nüshası “Millet Kütüphanesinde bulunan eser (bk. Ali Emîrî, Şer’iyye Bl, 1111. 34.) uzun yıllar önce çevirisini yaptığımız halde tamamlayamadığımız için neşredilememişti. Bu sefer eserin sadeleştirilmiş metnini siz değerli okuyucularımızla paylaşmanın sevincini yaşıyoruz. İnanıyoruz ki bu menâkıp, özelde Bolu araştırmalarına genelde Türk irfan hayatına yepyeni katkılar sağlayacaktır.

Bursalı Âşık Yûnus (Yûnus Emre’nin Gönül Çocuğu)

Yûnus Emre okulunun ilk ve önemli şairlerinden olan “Âşık Yûnus” muhtemelen 15. asırda Bursa’da yaşayan Emîr Sultan’a mensup Kübrevî dervişlerinden biridir. Yûnus Emre ilâhîsi olarak bilinen ve bestelenen birçok şiir, bu ikinci Yûnus’a aittir. Âşık Yûnus’un dışında aynı mahlası kullanan başka şairler de olabilir. Onlar şimdilik bizim mechûlümüzdür.
Âşık Yûnus’un kimliği tam olarak bilinmemektedir. Mustafa Tatcı’nın Yûnus Emre’yle ilgili araştırmaları sırasında taradığı cönk, mecmûa, dîvân ve diğer kaynaklardaki şiirlerin tasnifi neticesinde ortaya çıkan bu eserdeki şiirler, “Bizim Yûnus”a değil,  Âşık Yûnus ve diğer Yûnus mahlaslı şâirlere aittir. “Dertli ne ağlayıp gezersin burda”, “Benim adım dertli dolap”, “Sordum sarı çiçeğe”, “Yemen illerinde Veysel Karani”, “Göçtü kervan kaldık dağlar başında”, “Âlemler nura gark oldu”, “Her kaçan anarsam seni” gibi herkesçe malum olan şiirler bunlardan bazılarıdır. Muhakkak ki bu şiirlerin hangi Yûnus’a ait olduğuna dâir elimizde kesin kıstaslar yoktur. Fakat her hâlükârda Bursa’da 15. asırda “Âşık Yûnus” mahlasıyla şiirler yazan mutasavvıf bir şair vardır.

Cihangir’de Bir Aşk ve İrfan Ocağı

CİHÂNGÎRDE BİR AŞK VE İRFÂN OCAĞI başlığıyla sadeleştirdiğimiz “Tuhfetü’s-Sâlikîn ve Hediyetü’l-Mürşidîn” adlı eser Hasan Cihângîrî Hazretleri’nin halîfelerinden Besnili Mustafa Nehcî (ö.1680’den sonra) tarafından kaleme alınmıştır. Nehcî’nin kaydettiği notların tertibiyle ortaya koyduğu Tuhfe, bizzat Cihângîrî Hazretleri’nden dinlediği veya şâhit olup da derlediği hatıraları ihtivâ etmektedir. Bu eser başta Cihângîriyye erkânı olmak üzere XVII. asrın siyâsî ve kültürel resmiyle ilgili bilgiler vermesi, İstanbul, Besni ve Şam hattından önemli anekdotlar kaydetmesi münasebetiyle kültür tarihçilerinin başucu kitaplarından biridir.

Dîvân-ı İlâhiyât

Mısrî’nin yol tecrübelerini anlattığı Dîvân-ı İlâhiyâtını anlamaya çalışmak, bir manâda insanın islâmın irfânî derinliğini, vücûd birliğini ve kendini idrâk etmesi anlamına gelmektedir. Hz. Pîr’i selefi olan sûfî şairlerden ayıran özellik, İlâhiyâtında, sülûk sırasında yaşanılması gereken fark ve cem? sırlarını dengeli olarak vermesidir. Şerîatsız hakîkat oldu ilhâd/Hakîkat nûr, ziyâsıdır şerîat diyen Hz. Pîr’in ortaya koyduğu vahdet ve kesret/cem? ve fark idrâkiyle ilgili denge, tasavvuf yolları içinde, dervîş eğitiminide fevkalâde önemlidir. Sülûku sırasında yaşadığı aşk ve irfân hâllerini yorumlamaya çalışan sâlikin şerîattan hakîkate doğru yol alırken hangi halde hangi reçeteyi kullanacağını bilmesi, nefsinin tehlikeli yollara sapmasını önleyecektir. Niyâzî Hazretleri’nin ilâhiyâtı bu sapmaları önleyecek altın kuralları ihtivâ eder.

Elinizdeki eser, Hz. Mısrî’nin pek çok belge ve yeni bilgilerden hareketle yazdığımız hayatıyla yetmişten fazla yazma nüshanın karşılaştırılması sonucunda elde ettiğimiz İlâhiyâtını ihtiva etmektedir.

Külliyâtımız, Muhammed Nûrü’l-Arabî (k.s.)’nin şerhi, yine Mısrî Hazretlerinin risâleleri, hakkında yazılmış Menâkıpnameleri ve diğer eserlerle tamamlanacaktır.