Ortada önce bir tercüme veya tercümeler olacak ki, ondan sonra diğer faaliyetler bu tercümelerin üzerine bina edilecektir. Çünkü Arapça konuşmayan toplumların dinî zihniyetinin oluşumunda Kur’an’ın tercümesi ana metindir, kaynak metindir. En önemlisi, tercüme, -metnin Türkçe anlaşılması açısından- Kur’an ve dolayısıyla din/İslâm üzerindeki ihtilafları ve farklılıkları meâle nazaran en aza indiren bir unsurdur. Zira meâl ve tefsire o işi yapanların amaçları, farklı birikimleri ve dinî anlayışlarının karışması söz konusudur ve bu, esasen meâl ve tefsirin tabiatında vardır. Oysa tercümede, ister istemez metne bağlı kalınacağı için, -bir anlamıyla kaçınılmaz olan- farklılıklar en aza inecektir. Bu da elbette ki toplumun ortak din anlayışına ve uygulamasına yansıyacaktır. Tercüme, farklılıkları en aza indiren bir ortam sunmakta iken, tam aksine meâl veyâ tefsir bunların çoğalmasına sebebiyet veren bir zemin oluşturur.
Bütün bu izahlar sebebiyledir ki, biz Kur’an’ın meâli yerine önce tercüme edilmesinin gerekli olduğuna, hatta memleketimizde bu konuda çok geç kalındığına inanıyoruz. Yedi yılı aşan Kur’ân tercümesi çalışmamız boyunca, yaptığımız karşılaştırmalarda, meâl ile tercüme arasında nasıl bir fark bulunduğunu ve neden tercümeye öncelik verilmesinin gerekli olduğunu bizzat fark etmiş bulunuyoruz.
Gayret ve kusur bizden, tevfîk Yüce Allah’tandır…
Hayrettin Hayrullah Sofuoğlu – Prof. Dr. Dilaver Gürer